Futbol hiçbir zaman tek başına futbol demek olmadı. Bilhassa Türkiye’de. Kadıköy’deki son şampiyonluk maçı sonrası yaşanan olaylar da aynı şekilde bir Galatasaray-Fenerbahçe rekabetinin ötesinde toplum psikolojisini çok daha derinlere doğru yaran bir ehemmiyet taşıyordu.
Sıradan bir taraftar taşkınlığından, holiganlıktan fazlasıydı izlediğimiz; devletin güvenlik güçlerinin de dâhil olduğu bir tür çatışmaydı. Futbol sadece iki takım arasında yeşil çimler üzerinde oynanan bir oyundan ibaret
değil. Kulüpleriyle, yönetimiyle ve elbette taraftar kültürüyle, üzerinde devasa ekonomik oyunların oynandığı, büyük bütçelerle konuşulan, hal böyle olunca da iktidar kavgalarının kaçınılmaz hale geldiği, içinde siyasal, ekonomik ve toplumsal çarkların aynı anda döndüğü karmaşık bir yapı.
Bugün futbolun ülkemizde ulaştığı nokta aslında içinde durması gereken sınırları çoktan aşmıştır. Bu milyon dolarlık pasta uğruna yaşanan haksızlıklar, baskılar, tehditler, hukuksuzluklar oynanan “futbol”u, topun yuvarlaklığını gölgede bırakmıştır.
Artık sokakta taraftar arasında konuşulanlar oynanan futboldan çok bu adaletsizlikler silsilesidir, yanlış işleyen sistemdir.
Diğer yandan, içimizdeki saldırganlık dürtüsünün günlük hayatımızda hızla vücut bulduğu bir çağdan geçiyoruz. Her şeyden önce yoksulluk, iktidarsızlık, çaresizlik ya da açgözlülük temelli ortaya çıkan hırs ve öfke kişilerin ve toplumların şiddeti günlük hayatlarında normalleştirmesi sonucunu doğuruyor.
Bunda ülke yönetimlerinin rolü ve/veya yetersizliği de yadsınamaz elbette. Ayrıca bu anlamda medya araçları kullanılırken bir türlü gösterilemeyen hassasiyetin de etkisini görmezden gelemeyiz. Örneğin son şampiyonluk maçı oynandığı sırada bir televizyon kanalının canlı yayınında “Maç kanlı mı bitecek, kansız mı?” şeklinde atılan başlık durumun vahametini daha iyi gözler önüne seriyor. Ve kabahat büyük olunca, sonrasında özür dilense de ne yazık ki yeterli olamıyor.
Dünyanın dört bir yanında kol gezen terör, biraz daha para ve iktidar uğruna koca toplumları bir anda yakıp küle çeviren güçlerin acımasız yüzü, insanları dağlara çıkaran kin, ya da sadece insanların sokak ortasında kendi karısını bıçaklamasına sebep olan hırs, slogan atanı, poşu takanı ve kendinden olmayanı ezen nefret... Hepsi, kontrol altına alınması her gün biraz daha zorlaşan şiddetin yeryüzünde resmedilişidir.
Sonuç: gün be gün otoritelere karşı isyan etme arzusunu bastırmakta zorlanan insan toplulukları. İşte bu toplulukların içlerindeki isyanı, hırsı ve öfkeyi belki de en kolay hayata geçirebilecekleri ya da bir nebze de olsa dindirebilecekleri, kolayca galeyana gelebilecekleri yerlerden birinde; birbirinden çok farklı görüşlerden, farklı inançlardan, birbirine zıt siyasi düşüncelerden gelen insanların kolaylıkla bir araya toplanıp ortak bir dille, ortak bir “takım”ı destekledikleri, taraf olma gücünün kendini tüm ağırlığıyla belli ettiği statta ortaya koymaları üzerine düşünmeli biraz da.
Arkasından da çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek ayrımı yapmadan kendi insanının üzerine, düşman üzerine yürür gibi giden, yerde yatan taraftarın kafasına tekme atan, acımasızca ve apaçık bir biçimde orantısız güç kullanan, biber gazıyla, tazyikli suyla ortalığı kasıp kavuran güvenlik güçleri üzerine ve bir de stadın yerle bir edilmesi, sokakların yakılıp yıkılması gibi olaylardan sorumlu olarak göz altına alınan 48 kişiden 47’sini serbest bırakan, sadece 1 kişiyi, tüm bölgeyi savaş alanına çeviren, herhalde doğaüstü güçlere sahip, bu tek kişiyi tutuklayan mahkeme üzerine, son olarak da onları bu hale getiren sistemler, yöntemler, anlayışlar bütünü üzerine düşünmeli.
Uludere
Wall Street Journal yazdı, biz öğrendik. 28 Aralık 2011’de 34 köylünün hayatına mal olan Uludere operasyonu öncesinde istihbaratın tamamı milli kaynaklardan alınmamış. Meğer istihbarat, muhalefetin de söylediği gibi ve aslında malum olduğu üzere, bir başka ülkeden, Amerikan insansız hava aracı, Predatörlerden gelmiş.
Neyse ki bize ait topraklarda yaşanan bu korkunç olayı okyanus ötesinden kendine dert edinen gazeteciler çıktı da, 34 kişinin feci bir şekilde ölmesine rağmen 5 aydır havada asılı duran olayda işleyen mekanizma, emir komuta zinciri ve istihbarat paylaşımı konuları çözülmeye başladı. ABD raporunun tam da Genelkurmay Başkanı’nın ABD’yi ziyaret ettiği ve Pentagon’dan Türkiye için bomba yüklü predatör talep ettiği zamanda servis edilmesi ise düşündürücüdür…
Bir yandan derin devleti yok etmekle, şeffaflaşmakla övünelim, diğer yandan hesap verilmesi, topluma açıklanması gereken olaylar karşısında susaduralım. Nasıl olsa bizim yapamadığımızı bir şekilde yapan başka birileri çıkıyor.
Tüm milletimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.
Sadık Çelik
Vücut geliştirme Aerobic Fitness Pilates
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Vücut geliştirme Aerobic Fitness Pilates